Vita yağı rafta gördüğüm an sanki yıllar sonra eski bir dostla karşılaşmış gibi hissettim kendimi. Vita denince aklıma ilk gelen şey Vita kutusunun bir saksı gibi kullanılması. O saksı vazifesi gören kutularla ne çiçekler yetişmiştir acaba?
Reklamlar artık pek seyredilmiyor mu? Yoksa form mu değiştirdi? Artık reklam gibi görünmeyen reklamlar mı iş yapıyor? Bence hepsinin cevabı ”EVET” şöyle ki…
İnstagram’da influencer olma yolunda destek isteyen bir gence, elimden geldiğince yardımcı olmak için internet’te araştırmaya başlamıştım. Aslında pek takip ettiğim influencerda yoktu. Açıkçası bu tarz şeylerle pek ilgimde. Olaya Fransızdım diyebilirim. Fakat işin özünde influencerı da bir marka olarak gördüğümde ve onun da pazarlaması yapılabileceğini düşündüğümde. Yani bakış açımı değiştirdiğimde. Benim içinde farklı bir deneyim olacağını düşündüm.
Covid gibi kriz ortamlarında genellikle biz insanlar haberi aldıktan sonra tepkilerimiz evre evre değişir.
Şok–Suçlu Arama–Kabullenme–Savaşma gibi de düşünebiliriz.
Şuan kabullenmeden yavaş yavaş çıkıp savaşma evresinde olduğumuzu söyleyebilirim.
Peki asıl konuya dönersem markalarda, pazarlama dünyasında durum ne?
Pazarlama-marka konuları gerek teoride gerekse de pratikte devamlı yenilenen, trendlerin çok sık güncellendiği alanlar. Bu noktada kendimizi diri tutmak adına özellikle dünyada ve Türkiye’de olan biteni kaçırmamak, en azından yakalayabildiğimizi yakalamak son derece önemli. Bu noktada takip etmekten keyif aldım, sizin içinde yararlı olduğunu düşündüğüm pazarlama-marka ile ilgili Türkçe web sitesi ve blog tavsiyelerim sizlerle
Bankanızın bir ürünü ile sorun yaşıyorsunuz, çok acil etli kanlı canlı bir müşteri temsilcisine bağlanmak istiyorsunuz. Aradınız, şunun için 1’e bunun için 2’ye bla bla bla Oradan oraya savrulma vs.
Anne kızlık soyadı’nın bilmem kaçıncı harfi içi yapılan pazarlıklar, bin bir türlü güvenlik adımları falan belki de niye aradığınızı bile unuttunuz, hangi yıldayız? Cem Yılmaz misali 🙂
Harbiden nedir bu markalaşma sevdası, herkeste bir aman abi bir an önce markalaşmak lazım. En kötü şunlar şöyle yapmış bizde oradan bir şeyler kopyalarız yolumuzu buluruz vs. vs. günü kurtarmak için düşünülen sığ şeyler. Markalaşma hamleleri yapmadan olmuyor mu? Yani dümdüz eski usul tekniklerle artık bir şeyler satılamaz mı? Tabi ki de satılır. Hatta belli bir müşteri kitlesine de ulaşılır. Peki ya daha sonra?
Boğaziçi Üniversitesi’nde ”Marka Zirvesi”vardı bu hafta. 3 gündü, 2 güne gidebildim. Bi Brand Week değildi belki, belkide ondan daha samimiydi. O bilet fiyatlarıyla canlıda izlemem zor görünüyor zaten Brand Week’i anca youtube’dan banttan. Konu pazarlama-marka olunca ortamda tutkulu ve meraklı insanların olmaması imkansızdı. Bu işi pratikte yapan üstadlarında anlattıklarını dinlemek, beslenmek, öğrenmek hafta sonu naaptın?? Sorusuna verilebilecek en güzel cevaptı…
Bu hafta sonu Boyner grubunun son gözdesi turuncu, kırmızı gibi oldukça enerjik renklerden oluşan Wepublic’i inceleme fırsatı buldum. Wepublic ne mi? Wepublic tıpkı Boyner gibi (fakat daha üst segment) içerisinde çok sayıda markanın tek bir çatı altında toplanmış olduğu koca bir mağaza…
özgür, yaratıcı, samimi, ilham veren, eğlenceli bir insan olma çabasında en azından marka kişiliği olarak bu seçilmiş. Diğer alışveriş noktalarından ayrılmak istediği yer ise alışverişe deneyim ve samimiyet katmak…Peki ama nasıl ???
Kısa bir süre önce Fransa ve İtalya’yı kapsayan yaklaşık 2 haftalık bir yurt dışı seyahatim oldu. Burada Nice, Cannes, Monaco, Bologna ve Floransa’yı gördüm. Her ne kadar bu güzel şehirlerin önemli yerlerini tek tek görüp, keşfettiysem de Korkma! Buralarda şuraya gidin, bunu tadın, şunu yapmadan dönmeyin gibi tavsiyelerde bulunmayacağım. Onları zaten bir çok sitede, blogda çok iyi yapanlar var. Paylaşmak istediğim şeyler ülkemizde olmayıp (ya da benim denk gelmediğim) oralarda olan farklılıklar üzerine tabi pazarlama, marka penceresinden…derdim tam olarak da bu 🙂
Baby did a bad bad thing, Baby did a bad bad thing, Baby did a bad bad thing… Chris isaak’ın, ünlü film ”Gözü Tamamen Kapalı” dan bildiğimiz o enfes şarkılı, Çağatay Ulus ve Victoria’s Secret meleklerinden Taylor Marie Hill’li son Colin’s reklamı son zamanlarda dert edindiğim şeylerden. Yazmalı,çizmeli bişeyler karalanmalı sanki…
Apple kısa bir süre önce pazara sunacağı iPhone 6 dan daha üstün özelliklere sahip olan yeni modeli olan iPhone 6s i tanıttı. Tanıtımda da henüz piyasaya sürülmediği ifade edildi. Video da bu konu özetle; Amerika’da bir sokak röportajı yapılıp insanlara Apple’n yeni çıkardığı iPhone 6s henüz piyasaya çıkmadı fakat kendilerinde bu cihazdan test amaçlı olduğunu söyleyip cihazı kişilere denetmek üzerine kurgulanmış. Fakat küçük bir farkla. Apple’n 2007 yılında çıkardığı ilk iPhone telefonu, yeni çıkan iPhone 6s olduğunu söyleyerek insanlara denettiler. Ve ortaya çıkan sonuçlar inanılmazdı…
Reklamlarını beğenmiştim. Şarkısını, melodisini sevmiştim. Survivor All Star’da Hopi’nin sponsorluğunda yapılan bir ödül oyunu sonrası ‘’Hopi Dansı’’ diye bir şeyin oluştuğunu görünce ise dikkatimi bi tık öteye taşıdım…
Nasıl ki Starbucks mağaza atmosferini pazarlamasının temeline oturtup, bizlere bin bir çeşit kahve içiriyorsa, ülkemizde de buna benzer sadece ürün değil, “atmosfer pazarlaması” nı markasının temeline oturtmuş mekanlar giderek artmakta.İşte Dem’de bunların en güzel örneklerinden…
2. günün ilk konuşmacısı Kompüter reklam ajansının metin yazarı ve ortağı Umut Özsayar oldu. Konu başlığı “ Garanti Deneysel Bankacılık”. Bu reklam kampanyasının nasıl doğup, büyüdüğünü bize esprili bir dille anlattı. Hatta dikkatlerin dağıldığını gördüğü anlarda FİFA futbol oyununda sağ kanattan geliştirdiği etkili atakları da sunumunun içine kattı 🙂 Bu hamleleri gerçekten çok tuttum. Reklam Garanti Bankasında işe başlayan kardeşin havasını söndürme üzerine kurgulanmış. Ve mizahi bir yolla başarısızlık girişimleri anlatılmış.
Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi ve İşletme Kulübü’nün düzenlemiş olduğu ADhere reklamcılık günleri reklam ve marka dünyasının birbirinden değerli isimlerini buluşturdu. Bu etkinlik gerek üniversite gençliği için gerekse de iş hayatına yeni başlayan ve atılımlar peşinde olan gençler için bulunmaz bir fırsattı. Bu vesile ile marka ve ajans tarafından belki gündelik hayatta kolay kolay bir araya gelemeyeceğimiz kişilerle buluşma ve kendilerine soru sorma fırsatı doğmuş oldu.
“Marka” tüketicinin zihninde inşa edilmeye çoktan başlamıştı. Soyuttu, hızlıca bilinçaltına yerleşiyordu. Bir kimliğe bürünmüştü ve tabi bunun altında birde kişiliğe. Duruşu, dillere destan bir imajı vardı. Kendine has bir dili, kokusu, rengi, söyleyecek sözleri vardı. Konumlandırma gibi her şeyin onun etrafında döndüğü sağlam da bir kalbi…
Özellikle böyle soğuk ve karlı havalarda insanların internet kullanım oranları artmakta. Sosyal medyada bulunma ise tavan yapmakta. Bunu fırsat bilen markalar ise bilinirliklerini ve tüketici ile sıcak bir bağ oluşturup onlara dokunabilme fırsatını kaçırmayacaklardı. Merak edip Twitter’da bir çok markanın sayfasına girip hangi markalar ‘’kar’’ ile kendi markalarını ilişkilendirip tweet atmış diye bakınca açıkçası beklediğimden daha az marka’nın bu iletişimi sağladığını gördüm. Sanırım bir çok marka donmuş, çözülmeyi bekliyor 🙂
“Canınız çeker, çekmez koska tahin pekmez” jingle’lı reklamı ile tahin pekmezin mevcut kültürel konumlandırmasını arkasına alan Koska tahin pekmez artık sadece kahvaltılarda değil gün içerisinde, aralarda diğer bir ifadeyle canının çektiği her an bu doğal lezzeti tüketebilirsin mesajı vermekte…
Güzel olmak, çevresine genç görünmek ve kendini iyi hissetmek her dönem tüm bayanların vazgeçilmezi oldu.
Pazarlamacılar ise gerek fiziksel, gerekse de duygusal fayda anlamında istenilenleri zekice pazarladılar. Güzel ve genç görünmek, güzel kokmak ve yaşlanmayla savaşmak gibi…