Vita yağı rafta gördüğüm an sanki yıllar sonra eski bir dostla karşılaşmış gibi hissettim kendimi.
Artık eski güzel günlere gidemeyeceğimize göre Vita vb. eski, nostaljik markaları görmek bizi o güzel günlerin hissiyatını verir.
Maalesef ülkece bize ait pek çok şeye sahip çıkamadığımız gibi, geçmişten gelen markalarımızda bir bir yok olup gidiyor. Halkımızın Vita markası ile ilişkisi aslında bir yağ markasından çok daha fazlaydı. Fakat benim ilk aklıma gelen anekdot Vita kutusunun bir saksı gibi kullanılmasıdır. O saksı vazifesi gören kutularla ne çiçekler yetişmiştir acaba?

Vita’nın resmi web sitesinde ise marka’dan şu şekilde bahsediliyor…
1950’li yıllardan bu yana kaliteden ödün vermeyen Vita, Türkiye’deki bitkisel yağ sektörünün ilk markasıdır. Ait olduğu dönemin temsilcisi olmuş ve bu sorumlulukla beraber kalitesini en üst seviyede tutmuştur. Kurulduğu günden itibaren “yağ” ve “margarin” isimlerinin yerine geçerek “Vita” adını ölümsüzleştirmiştir.
İlerleyen aidiyet duygusu ile bitki saksılarından oyuncak arabalara hayatlarda unutulmaz bir anı olarak yer etmiştir. Bu nostalji ve geçmişin gücünü arkasına alan Vita efsanesi şimdi evlerinize geri dönüyor. Üstelik dönerken günümüzün teknolojisini de getiriyor, efsane güçlenerek sizlerle yeniden buluşuyor…
Yani onlar da markanın özellikle nostaljik gücünün farkında
Ürün sağlık açısından yararlıdır, zararlıdır vb. konulara girmeyeceğim. O iş uzmanların işi. Benim derdim marka-pazarlama penceresinden olaya bakış.
Aslında Retro Pazarlama adı altında yani geçmişteki markaların, ürünlerin hareketlendirilerek yeniden pazarlanması şeklinde zaman zaman markaların hamleleri oluyor. Fakat bu örnekler yurt dışında çok daha başarılı kurgulanıyor.
Elbette yeni, yaratıcı, farklı markalar üretelim. Fakat çok zor koşullar altında üretilip, 60-70 yılı devirmiş, ikonikleşmiş fakat piyasadan silinmiş nice markamız var. Aslında bu markalarımıza sahip çıkıp, günün teknolojisi, pazarlama, marka kuralları ile onu gelecek nesillere aktarmak bence çok daha değerli. Tabii ki o geçmişten gelen marka ruhunu koruyarak. Bu biraz da markalaşmış şehirlerin olayına benziyor. Örneğin; Prag, Roma gibi marka şehirler tarihi yapılarını, binalarını, çevresini, kültürünü o kadar iyi korumuş ki oraları görmek, o deneyimi yaşamak için bir dünya para harcıyoruz.
Sonuç olarak eskiden bildiğimiz, güvendiğimiz ona pozitif anlamlar yüklediğimiz markalarla ilerlemek durumuna göre daha az riskli değil mi? Markalaşmak her ne kadar farklılaşmak olsa da temelinde güven barındırır. İlk defa gördüğümüz, piyasaya yeni çıkan bir ürünü sırf bildiğimiz, tanıdığımız markadan satın almanın da temelinde aslında güven yatar. Bence ikonlaşmış, nostaljik markalarımızda da bu fazlasıyla var.
O halde Vita’yla başladık, Vita reklamı ile bitirip geçmişe bir selam çakalım. Ne dersiniz?