Harbiden nedir bu markalaşma sevdası, herkeste bir aman abi bir an önce markalaşmak lazım. En kötü şunlar şöyle yapmış bizde oradan bir şeyler kopyalarız yolumuzu buluruz vs vs günü kurtarmak için düşünülen sığ şeyler.
Markalaşma hamleleri yapmadan olmuyor mu? Yani dümdüz eski usul tekniklerle artık bir şeyler satılamaz mı? Tabi ki de satılır. Hatta belli bir müşteri kitlesine de ulaşılır. Peki ya daha sonra ?
Örneğin iyi bir lokasyonda yüksek bir kira ile bir cafe açarsınız. Belli bir süre satışlarınız iyide gider. Hatta yeni bir şube daha açsam mı düşünceleri kafanızda dolaşır. Fakat markalaşmanın temel unsurlarını yerine getirmezseniz o satışlar bir noktadan sonra durur ve belki de artık kira, personel maaşları vb. temel giderleri bile çıkaramayacak duruma gelebilirsiniz. Sonrada biz nerede, neyi yanlış yaptık diye düşünürsünüz. Fakat iş işten geçmiş olur. Çünkü markalaşma olayı kısa vadeli değil, uzun vadeli ve süreklilik isteyen bir olaydır.
Birde şöyle düşünün yukarıdaki gibi önemli bir lokasyonda olmayan alakasız bir noktada küçücük bir cafeniz olsun. Ve kirası da gayet makul seviyede olsun. Fakat oluşturulan markanın bir kimliği, kişiliği, konumlandırması olsun. Hizmette ve ürünlerde kreatif şekilde farklılaşmasından, kulaktan kulağa pazarlamasına, atmosfer pazarlamasından, sosyal medya pazarlamasına online ve offline da vb. pazarlama-markalaşma unsurlarını harfiyen uygulayan bir cafe olsun. Sizce bu cafe’nin başarısız olma ihtimali nedir? Bence çok zayıftır. Bu işletme çağı yakalamış, hedef kitlesini belirlemiş. Markalaşma işini ciddiye almış. Diğer bir ifade ile oyunu kuralına göre oynamıştır.
Hatta belki de ilk örnekteki cafe’nin ürünleri buradakinden çok daha lezzetlidir fakat markalaşmaya kafa yoran cafe algılara hükmetmiş ve insanları etkilemeyi başarmıştır. Pazarlama ve marka çalışmalarında çoğu zaman tüketicilerin algıladığı, gerçekte olandan çok daha etkili oluyor. Yani ”algı” gözardı edilemeyecek kadar değerlidir.
Kısaca marka olayının özünde duygu, his, algı gibi kavramlar vardır yani soyuttur.
Son olarak markalaşmanın gücünü, çok sevdiğim basit bir örnekle anlatmak istiyorum.
Bir mağazada hemen hemen aynı kalitede 2 adet beyaz tişört olsun. Bunlardan biri düz beyaz fiyatı: 35 TL diğerinin üzerinde ise küçük yeşil bir timsah amblemi olsun (yani lacoste markası) fiyatı: 350 TL . İki hemen hemen aynı ürün fakat lacoste markasının yıllar içinde oluşturduğu itibar, güç, güvenirlik, prestij, algı, ürünü çok daha yüksek fiyata sattırma imkanını ona vermiş. İşte markalaşmanın gücü net bir şekilde bu olsa gerek.
Ali Emre SÜSLÜ
Bana, Fanta’ya sarı kola diyen adamın basit düşünce yapısını ver Allahım…